İnsanın derdini, anlatmak istediğini yazıya dökebilmesi kolay değil. Önce sen neyi anlatmak istediğini iyice ifade edebileceksin kendine, sonra zihnindekiler en iyi bildiğin dilin en uygun ifadeleri bulacak, ardından kelimelere döküp yazdıkların senin düşüncelerin olmakla birlikte artık senden bağımsız bir “eser” olacak. Üstüne üstlük başka birileri gelip senin kontrolün ve yönlendirmen dışında bambaşka beklentilerle, bambaşka birikimlerle yazdığın dili okuyup-çözüp-yorumlayıp kendilerince bir anlam çıkaracaklar.
Bu akışta her şeyin yolunda gitmesi bir mucize ile özetlenebilir ancak.
O yüzden özünde zor iştir yazmak, sonra onu okuyanların senin anlatmaya çalıştığın şeye zihinlerinde ulaşabilmesi daha da zordur. Bu karşılıklı alışverişte ortaya çıkan daha çok, önceden tam olarak planlanmamış bir etkileşim olabilir ancak.
Aklından her geçeni olduğu gibi ifade edemeyişler, zihninde bir saniyede oluşan fikirleri saatlerce kağıda dökemeyişler, yer darlığı, vakit azlığı, uygun kanallardan uygun kişilere ulaşamayışlar; hiç bilmediğin, hiç beklemediğin insanların artık sana ait olmayan bir dökümanı fark edip okuması, kendi algısı ile kendi süzgecinden geçirip belki senin kast ettiğin gibi bir şeyi belki de bambaşka bir sonucu elde etmesi ile aslında kimsenin birbirini tam olarak anlamadığı, yine de doğruya en yakına ulaşabilme umudunu barındırır içinde bu çaba.
Dikkat çekesin vardır, ilgi göresin, derdini anlatasın ya da içini dökesin. Bazen sırf rahatlamak için yazarsın, sözün senden çıkar, başkası olur. Bazen yüce düşüncelerini başkalarına lutfetme sevdasındasındır. Bazen arabulmak bazen yuva bozmak için yazarsın, insanlarla alıp veremediğin vardır. Önemsenmek istersin biraz, biraz ayrımsanmak.
Söyleyecek çok sözün olabilir ama yazmak her sözünü kağıda dökebilmek olmaz her zaman. Eline kağıt kalemi alır ya da bilgisayarın başına geçtiğinde “benim hayatım roman” mantığı ile girişirsin yazmaya ama neyi nasıl anlatman gerektiği, sözleri nasıl toparlayacağın, konuyu dağılmadan, yormadan nasıl yönlendireceğin binbir türlü sorunla dikiliverir karşına.
Ya başı sonu belli olmayan, öylesine içten gelişlerle bir çırpıda döküverirsin içindekileri ya da iyi kötü tasarlar toparlar bir proje çerçevesinde kurarsın iskeleyi. Yazdıkça kendi kanallarında yolculuklara çıkar kelimeler, freni patlamış kamyon gibi kendi rüzgarının sarhoşluğunda zar zor kumanda edersin gidişatı.
Yazmak zordur, hayatın roman olsa da zordur yazmak. Çünkü düşüncelerle sözcüklerin birebir örtüşmediğini farkedersin hayretle. Yazarken kafanda uçuşanlar, kağıda dökülüp birer nesneye dönüştüğünde hem senin düşüncelerindir hem de senin düşüncelerinden bambaşka bir nesnedir artık. Bu ikilik arasında bocalar, bunlar mıydı anlatmak istediklerim der, şaşırır kalırsın.
Herkesin iyi kötü yazmaya değer bir yaşamı olur da niyeyse pek azı cesaret edebilir, üşenmeden yazıya dökebilir kendi hikayesini. Kendi zihninden geçenleri başka insanlara aktarabilir. Söz söylemez de iz bırakır pek azı, kuşaktan kuşağa yaşatılır.
Puslu bir büyüsü vardır iz bırakmanın, siyah mürekkeple sararan sayfalarda geleceğe kalmanın. Taş yontup binlerce yıl sonrasında yaşama sevdasıdır bir bakıma, bir bakıma başka başka zihinlerde dolaşabiliyor olmanın uçucu sarhoşluğudur.
0 yorum: