On yıl kadar önceydi ilk tanışmam Gül Pansiyon'la ve tabi Kalkan'la da. Benim gibi yokuş bayır sevmeyen birine, Kalkan'ın dik yamaçları üzerine kurulu bir pansiyonu sevdirmek ilk bakışta olanaksızmış gibi görünüyordu ama öyle olmadı. Ne zaman ki o terasa çıkıp Kalkan'ın muhteşem manzarası ile karşılaştım, ne zaman ki en güzel tatil anılarımdan birini bu mekanda yaşadım, işte o zaman kazındı yüreğime adı.
Üç katlı bir bina eni-konu. Topu topu birkaç oda. Öyle albenisi olan, bugünlerde popüler olan "butik" bir tarzı da yok ama derme çatma değil, son derece mütevazı, bir o kadar temiz, en önemlisi sıcacık bir "aile" pansiyonu olması. Burada "aile" kavramını çoluk çocuk keyifle tatil geçirilecek mekan anlamında kullanmıyorum; daha çok, "bizden biri", "kendini evinde hissedebileceğin ama evinden yüzlerce kilometre ötede her şeyden uzak tatilini keyifle yaşayabileceğin bir yer" anlamında.
Başta Himmet Abi ve Şerife Abla vardı. Himmet Abi'nin teras sohbetleri ile keyiflenirdik, Şerife Abla'nın güleryüzü ile neşelenip leziz yemekleri ile yaşardık mide bayramlarımızı. Ömer küçüktü o zamanlar, küçük dediğim "etrafı çekip çevirecek yaşta" değildi.
Sonra sonra Ömer aldı sazı eline, Funda ile evlendi. Ömer'in gözlerinde hep o ufaklık hallerini gördüm her görüşümde. Funda'nın gözlerinde de Şerife Abla'nın neşe saçan ışıltısını. Leziz yemeklerde de neredeyse sollamıştı kayınvalidesini :)
…
İlk gidişimde, görmemişliğin hevesiyle Kalkan'dan Kaş'a geçip orada eli yüzü epeyce düzgün bir otelde kalmıştık benim ısrarımla. Sonra Gül Pansiyon'un kadrini kıymetini anlayıp apar topar geri dönmüştük pılımızı pırtımızı toplayıp.
Başka bir seferde Bodrum hevesi ile çıkmıştık yola, Gümbet'te hoş bir otelde kalmamıza rağmen ısınamamıştık bir türlü Bodrum'a. Tüm koyları tek tek gezip hepsine burun kıvırıp yine toplayıp pılımızı pırtımızı, bir haftalık yıllık iznimizin kalan altı gününü Gül Pansiyon'da geçirmiştik.
Sonra sonra, başka arkadaşları kattık peşimize. Her gören çok sevdi. Kimi benim kadar aşık oldu, kimi sadece mutlu oldu. Kimisi bir hafta kıyı kıyı Akdeniz dolaşma hayali ile yola çıkıp ilk durak Kalkan'da çakılı kaldı.
Benden önce orayı keşfeden başka eş-dost da vardı, hep oranın güzellikleri konuşuldu aramızda. Gönül isterdi ki tüm pansiyonu kapatıp tamamen bizim ekiple topyekün bir tatil anısı yaşayabilelim ama olmadı; başka sefere artık.
…
O teras ki engin bir maviliğe açılır; göğü ayrı bir okşar ruhu denizi ayrı. Kahvaltı öncesi öyle bir dalıverirsin beklerken sabah dinginliğinde. Hava ne kadar sıcak olsa da çardak altı mutluluğu işte. Eş dost yavaş yavaş çıkar yukarı, hep birlikte keyifle yaşarsın o anı. Çayın lezzeti başka suyun lezzeti de. Benim gibi yeşil zeytin sevmeyen adam bile üçer beşer götürür kırık zeytinleri.
Akşam yemekleri için de gerek görmezsin Kalkan’ın birbirinden güzel restoranlarına gitmeye. Funda’dan rica edersin akşam menüsünü. Patates kızartması zaten fiks benim için. Yanına bazen köfte bazen tavuk bazen de balık çıkarıverir. Yemek zevki gelişkin biri olmadığım için yanında servis edilen birbirinden leziz yemekleri ballandırmak benim harcım değil. O doyumsuz manzarada saatlerce oturup sohbet etmek bazen, bazen de erkenden odaya kaçıp uyumak. Sohbete doyamadığında da odanın balkonunda “çekirdek çitleyerek” geceye devam etmek kaldığın yerden.
Pekçok kişi için bildiğin pansiyondur Gül Pansiyon, normaldir de öyle hissetmeleri ama benim için çok daha fazlası. Kalkan demek işte, güzel tatillerin güzel anısı.
O terasın bir köşesinde bıraksınlar beni, bir köşesinde unutup gitsinler…
yani işte böyle anlattığın için o kadar insan gitti,sevdi,bir de üstelik mit haline geldi:)sıra bendee...
YanıtlaSilçok güzel anılarım vardı Kalkan Gül Pansiyon'da, sayenizde yenileri de eklendi. "Huzur, dinginlik, yaşam sevinci" benim için Kalkan'ı, Gül Pansiyon'u tanımlayan kelimeler... Yokuşlarını da bunlar olunca görmezden geliyoruz işte:)) Aklına, eline sağlık...
YanıtlaSil