Şimdi ortada bizim gördüğümüz bir sonuç var. Örneğin, bir bakıyoruz ki Edi, bir arabaya binmiş, Kız kulesi'nin önüne park etmiş, yağan yağmuru seyrediyor.
Başımızı çevirip gözümüze iliştiyse ne ala ama hiç dikkatimizi bile çekmediyse Edi'nin burada oluş hikayesini kaçırıyoruz. Kaçırdığımız bir kayıp mı sanmam ama yaşamın bir renginden haberimiz bile olmadan geçip gidiyoruz.
Sözüm Edi'nin hikayesini merak edenlere:
Efendim bu Susam Sokağı, benim lise son üniversite bir yıllarıma filan denk gelir, TRT'de yayınlanırken yeğenlerimle ya da komşu çocukları ile televizyon izlerken karşıma çıkıvermiş, Edi'si ve Büdü'süyle çocuk programı demeden beni kendine aşık etmiş bir yapımdır. Selma Yeşilelma'sından tutun da kahverengi bot giymeyen tırtılına kadar bir sürü absürd hikaye yanında beni yüreğimden yakalayan Edi'yle Büdü olmuştur hep. Edi'yi Altan Erkekli, Büdü'yü Köksal Engür seslendirir; ikisi de zavallım, koskoca tiyatroculardır ama o günden beri kendilerini nerede hangi oyunda izlesem ve seslerini duysam, yaptıkları hangi rol olursa olsun karşımda konuşan ya Büdü ya da Edi'dir.
Ben çocukken, annemlerin ceviz şifonyerinin kulpları olmayan bir alt çekmecesi vardı. Bir gün annemler evde yokken, ki çalışan bir annenin çocuğu olarak bu şansa hep sahip olmuşumdur, merak edip şifonyerin bu en alt çekmecesini açmayı başarmış, ıvır zıvır giysilerin, bembeyaz çarşafların altında, camı kırık bir çerçeve içinde tıpkı bu Edi'ye benzeyen meksikalı tiplemelerin olduğu kuklaların resmine rastlamıştım. Nedense annemlere bu resmin kime ait olduğunu, kimden ve nereden bizim evimize geldiğini sormak hiç aklıma gelmedi. Belki de gizli gizli bu resme ulaştığım anlaşılır diye sormamış olabilirim, nereden baksan otuz beş yıllık hikaye, unuttum gitti.
Unutmadığım şey o meksikalı kukla tiplemelerinin ifadeleriydi. Yıllar sonra bu ifadeye Edi'de rastladım, o yüzden yaş yirmilere gelse de bu kadar etkilendim sanırım. Tabi bir de üstüne Edi'nin zıpırlıkları, saflıkları ve sevimlilikleri de eklenince sevmek kaçınılmazdı. Büdü derler bir de arkadaşı vardır bunun malumunuz, Büdü'yü de Edi kontenjanından sevdik haliyle.
Tip olarak Büdü'ye huy olarak Edi'ye benzemeye başlamışız, tabi yaş büyük, koca adam olmuşuz, oyuncak ayısıyla uyuyan ablalar gibi olmayalım diye gururumuza yediremiyoruz. Bir o kadar da içten içe bir tapınma hali, her yerde Edi'nin kuklasını arıyoruz ama bulmak ne mümkün? O zaman şimdiki gibi, yaratılan her yeni karakterin ticari ürünleri böyle kamyon kamyon yığılmazdı ki pazara.
Gel zaman git zaman, yolum Amerika'ya düştüğünde doksan dokuzda, Amerikan Tarihi Müzesi'nde rastlayınca Edi'ye bir camekanın arkasında, bende bu Edi'yi bulma hevesi yeniden alevlendi ancak müzenin "shop"ında satılmıyordu ne yazık ki. Yine hüsran, yine bir unutuş dönemi.
Anlatırım da her yerde eşe dosta, deli gibi Edi'yi arıyorum diye. Yok bulunmaz, artık gündemden düşmüş yerini pokemonlar bilmem neler bir sürü tuhaf tuhaf şeyler almış ya, o yüzden şimdi esamesi okunmaz.
Bir gün Amsterdam'da dört kafadar dolaşıyoruz, bir panayır yerinden geçerken bir de baktım Edi ile Büdü camekanın altında bir sürü kuklayla ve peluş oyuncakla beraber kuzu kuzu yatıyor! Gerçi tam da benim istediğim tipte değiller, biraz sallapati yapılmış kuklalar ama yılların hasreti var, defoları gözü görür mü hiç insanın o an, dedim "abi bu kaç para?" hollandalı abi dedi "satılık değil, at bir euro'yu kap kancayla istediğin oyuncağı"... bir euro atarsın olmaz, bir euro daha atarsın kancanın ucundan kaçar, bir euro bir euro daha, yok mümkün değil, arkadaşlar deniyor ben deniyorum yok; camı çerçeveyi indireceğim neredeyse evi ocağı satacağım ama Edi'ye kavuşmak imkansız. Nihayetinde pes edip, kös kös ayrılmıştık o panayırdan.
Sonra her gezdiğim yeni ülkede oyuncakçı oyuncakçı dolaşma hastalığı belirdi bende. Çocukluğumun nice oyuncaklarına rastladım ama Edi bende takıntı, illa o olacak, diğerlerinin beş para değeri yok gözümde. Bizim Edi yine yok yine yok.
Bir gün Madrid'in sokaklarında avare avare geziyoruz, yavaş yavaş turistik bölgeden uzaklaştığımızı fark ettim, sıradan evler, sıradan sokaklar; aslında gerçek Madrid'de geziniyoruz. Bir baktım koskoca bir meydana gelmişiz, hani belirli günler pazar kurulur böylesi yerlerde, meydanın ortasında sadece bir seyyar satıcı bekliyor öylece. Hazır gelmişken bakalım dedik ne satıyor bu adam; bir baktım çeşit çeşit oyuncaklar, içlerinde bizim Edi öyle kuzu kuzu yatıyor. "Ediiiiiii!" diye bir sevinç çığlığı bende, İspanyol satıcı şokta, ne var yani üç kuruşluk oyuncak nihayetinde. Anlatsam nasıl anlatırım, benim hayatımın küçük detaylarının hikayesi ne ilgilendirsin adamı. Dedim "abi bu kaç para", geçmiş zaman unuttum, dedi "üç euro, beş euro" anında aldım tabi, kavuştum yılların hayaline. Nasıl güzel, nasıl gerçek, ekranda gördüğümün birebir aynısı. Sonra aklıma geldi tabi, bunun bir de Büdü'sü lazım, Büdü diye sorsam anlamaz, Edi aslında Ernie, Büdü aslında Bert ya, acaba ispanyolca adı da Bert mi ne bileyim, soracağım Edi'nin arkadaşı yok mu diye, ne adam tek kelime ingilizce bilir, ne ben derdimi anlatacak kadar ispanyolca, Edi'yi gösterip sordum adama "Amigos? Amigos?" aklımca niyetim "bunun arkadaşı nerede?" diye sormak, İspanyol dedi "no amigos" o an yıkılsa da dünyam, asıl Edi'ye ulaşmış olmanın mutluluğuyla ayrıldım o meydandan, elimde Edi'nin dünya tatlısı kuklasıyla.
Şimdi o tarihten beri Edi'nin amigos'unu ararız, tip olarak Edi'ye huy olarak Büdü'ye benzeyen biriyle, küçük detayların hikayesi güzeldir diye.
İspanyollar Blas diyorlar Büdü'ye. Fransa'da da Bart olarak arayabilirsiniz :)
YanıtlaSilAh çok teşekkürler :) Gerçi burada hiç karşıma çıkmadı ama bir daha İspanya'ya gidersem orada sorarım. Zaten şu an elimdekinin aynısının Büdü'sü lazım bana; yoksa Paris'e yerleşirken bir arkadaşımın oğlu kendi elindeki Edi'yle Büdü'yü verdi ama benim elimdekinin eşi yok :)
SilKavuşurlar bir gün elbet :)
Sevgiler