SAYFALAR

Facebook Twitter Instagram Google RSS

8 Eylül 2010 Çarşamba

Her Yol Roma


Haydarpaşa Garı'ndan bir yüz tane daha yapın, sonra yan sokağa bir elli tane Dolmabahçe Sarayı koyun, sonra onun yanındaki sokakları Bankalar Caddesi'ndeki taş binalarla sıralayın. böyle böyle ilerlerken Aspendos'tan iki tane yapıp ortadan birleştirin, güzel bir yere koyun, Efes Harabeleri'ni kent merkezine taşıyın, ona bakına bakına yürürken az öteye Artemis Tapınağı'nın yıkılmamışını filan yerleştirin. Sonra zilyon tane kilise yerleştirin sağa sola, hatırı sayılır miktarda olanı St. Antuan'ın filan beş katı büyük olsun, hmm, başka başka, bizdekilerle kıyaslayamayacağım, bir sürü meydana kıyıya köşeye heykelli meykelli çeşmeler yerleştirin, olmadık köşelere olmadık cafe'ler, restoranlar, eğlence dinlence gezmece mekanları yerleştirin, aşağı yukarı böyle bir şehirdir Roma.

Ama pis ve kalabalık bir şehir Roma cidden. trafiği de pek iç açıcı değil aslında ama korna sesleri beyninizi kemirmiyor, sadece sıkışık yollar. Arabalar minik minik, o kadar ki Smart bile limuzin gibi duruyor onların yanında.

Her yerden her yere ototüs var, iki üç günde hatları keşfetmek imkansız, binin bir tanesine, inin bir durakta ötekine binin filan, illa ki gitmek istediğiniz yere ulaşıyorsunuz bir şekilde.

Meydan meydan, sokak sokak, nakış nakış bir şehir.

Yıllar yılı tamamen hayal ürünü olarak çocukluğumdan beri çizdiğim binaları, sarayları orada birebir karşımda görmekti beni en en çok etkileyen. Kolayından sıvasız yapmak varken ya da btb ile kaplamak varken, e hadi biraz çağcıl olalım, cam ile kaplamak varken, nakış nakış taş ile işlemiş adamlar, öyle bir iki bina değil, şehir merkezinin alayı, silme bu binalarla kaplı.

İnsan acıyor Maya Residence'larda, Mesa Avrupa Konakları'nda, Metrocity Residence'larda oturan zenginlere böyle görkemli binalarda oturmak varken. İnsan acıyor ülkemin zenginlerinin Beykoz Konakları'ndaki, Acarkent'teki villalara villa diyip kendini avutmalarına. İnsan acıyor rahmetli padişahların saray diye Dolmabahçe'de, Beylerbeyi'nde yaşamak zorunda olmalarına; Küçücük küçücük yerlere tıkışıp ömür sürmek zorunda kalmalarına. İnsan acıyor kendine, kent ortalamasında beton bir binada, optimum konfor koşullarında, insanca yaşadığını zannetmesine bunca yıl tel örgülü yüksek duvarlarla çevrili sitelerde.

Senin insanın görkem diye Boğaziçi Köprüsü'nü ışıklandırabilir, zilyon dolarları buralara harcar, ya da Dubai Towers gibi görmemişlik binaları dikebilir en çok parasıyla. Ritz Carlton yapar Gökkafes'le, Swiss Otel yapar. Elite Residence yaparak elitleşeceğini düşünür, oysa ki sadece parası vardır; özetle görgüsüzdür.

Orayla burayla kıyas kabul etmeyecek bir yalıların kalmıştır elinde, onları da kaderine terkeder senin insanın, kurtarabildiğini otel yapar, insanı yaşatmaz, dokuyu yaşatmaz, bile bile kendi elleri ile talan eder dünyanın en güzel şehri olabilecekken en çirkinlerinden olmayı seçmeye mecbur bırakmış İstanbul'u, utanmadan övünür sahibi olmakla bir de.

Sokakları cıvıl cıvıldır Roma'nın yaz-kış. İnsanları sıcak konuşkan (hatta fazla konuşkan) güleç ve neşelidir. İyisi kötüsü her yerde vardır tabi ama burada orandaki iyimserlik kıyas kabul etmez.

En tehlikeli denilen sokaklarda bile elinizi kolunuzu sallaya sallaya dolaşabilirsin rahatlıkla.
Ama akşamları epey bir artar kiri pisi bu şehrin. Sabaha temizlerler bir şey kalmaz.

Hava kirliliği binaları sürekli karartır, kararttıkça onlar temizler ama insan düşünmeden edemez bu hava benim ciğerlerime neler yapıyor acaba diye.

Kavşaklarında trafik polisleri durur kimisinde, trafiği yönetirler çocukluğumun nostaljisiyle; sözünü dinlemeyen şöförlerin arkasından "hey allaam yarebbim" gibisinden el sallar, güldürürler insanı.

O saray senin bu müze benim gezmek yerine sokak sokak ayaklarınıza kara sular ininceye kadar yürüyüp şehri solumak isteyenlerdenseniz yürü yürü bitmez bu şehir; hoş o saray senin bu müze benim diye gezmek isteseniz de bitmez.

Adamlar sırf meydan olsun güzellik olsun diye bir ssürü sütun dikip yuvarlağından bir meydan yapmışlardır öylesine, görkem olsun, estetik olsun diye. bendenizin ağzı bir karış açık kalsın, içi gitsin insanın, gözü gönlü şenlensin diye.

Sonra bir anıt yapmışlar beyaz, kar beyazı, bir sürü gereksiz heykel, bir sürü, ne gerek var, düz bi beton dik anıt diye kakala millete, yok, nakış nakış işlemiş adamlar, sütun sütun, basamak basamak. Dibin düşsün diye değil, daha basitini yapmayı bilmediklerinden, yüzlerce yıllık birikimle içlerini başka türlü dökemediklerinden.

Bugünün Romalısı ne yapmış, bilmem pek bir şey eklememiş sanki, metro yapmış, tramvay yapmış ve bir de en önemlisi, bunca asırın harmanladığı değerleri koruyup kollamayı başarmış. Başka bir şey yapmamış olsa bile yeterdi büyük olasılıkla.

Enteresandır, Roma'yı ikiye bölen nehir hayatın bir parçası gibi değil pek, yerin yedi kat dibinden akıyor sanki, öyle derin bir kanal gibi, hayattan uzak, yüksek duvarlarla çerçevelenmiş üstelik, oradan aktığı hissedilmesin diye.

Yaşanır mı bu şehirde bilmem, kalabalıkla aram yok epeydir. O yüzden Amsterdam'ın rüya gibi sokaklarını hayal ediyor insan, Londra'nın dingin parklarını, Stockholm'ün masalsılığını. Yine de gidip görülecek şehirdir Roma, insanın yolu mutlaka düşmelidir. Aşk Çeşmesi'ne iki kuruş para atıp üfürük dilekler dileyip Piazza Navona'ya bakan bir cafe'de iki yudum espresso içebilmelidir. Gecesinde günahlara bulanıp gündüzünde Vatikan'da kendiyle yüzleşmelidir. Trastevere'de sokak sokak kaybola kaybola yorulup, İspanyol Merdivenleri'nde oturup dinlenmelidir. Pantheon'un damındaki delikten gökyüzünü seyredip, Collesium'un tüm görkemiyle büyülenmelidir. Floransa gezisi öncesi Medici'lerin şaşasını hissederken, Vittorio Emanuelle II anıtının içinde kendini mermerdeki bir nakış olarak görebilmelidir. Yahudi Mahallesi'nde kaybolup enteresan hoşlukları olan bir restoranda yemek yiyebilmelidir.

Yola çıkmalıdır:

Her yol Roma!

Ahmet ORE


Kişisel yolculuğumda kendime yazılar: Sen Mutluluk Olmalısın... Bu hayat yeterince zor ve karmaşık, onu elimizden geldiğince güzelleştirmek ve kolaylaştırmak bize kalmış. Hayatta hiçbir şeyi yapamıyorsak bile en azından başkalarının hayatlarını kolaylaştırmaya çalışalım. Hiçbir şey değilse bile bir tebessüm belki? .............................. Bu sitede yer alan tüm fotoğraflar ve site içeriği aksi belirtilmedikçe şahsıma aittir. İçerik ve linklerde rastlayacağınız olası hataları ahmet@pariste.net adresine mail atarak belirtirseniz çok sevinirim. Ayrıca bu yazı ile ilgili görüş, düşünce ve önerilerinizi yorum bölümüne yazmaktan çekinmeyiniz. İlginiz ve desteğiniz için teşekkürler.

0 yorum:

BİLGİ VE TEŞEKKÜR

İLETİŞİM FORMU

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Powered by Blogger.