Her akşam bir aksiyon, sanki uğraşacak bildik şeyleri olmadığı için bunun yükünü örtbas etmeye çalışıyormuş hissi uyandırabilir pek çok kişinin zihninde; olsun ama aslında değil öyle.
Gezip tozmayı çok seven ben, aslında hayatta olmak istediğim yerde, pembe evde olduğumda mutluyumdur en çok. Şimdi olduğu gibi.
Bu akşam ne bir eş dost ziyareti, ne bir sosyal-kültürel etkinlik, ne spor salonunda yüzmek bir uçtan bir uca havuzda, ne yeme içmek dışarılarda. Bu akşam pembe ev akşamı.
Cam açık, dışarıdan şehrin uğultusu ve serinliği geliyor bu ağustos yaz akşamında. Gece, gece mavisinden çok katran karası onca ışığa rağmen. Fonda bir müzik, cd "repeat" modunda. Guguklu saat nicedir bozuk. Sodalar içildi, güzel yeşil boş şişesi yanı başımda. Ayaklarımı uzatmışım puf koltuğuma, iki büklüm yazıyorum kucağımda laptop'ımla.
İz kalsın diye belki, belki öylesine, belki de dikkat çekmek için.
Nicedir oturup adam akıllı bir şeyler yazmıyorum. Yazmak için bir derdinin olması gerek belki de insanın. Benim yok. Bilip ettiğim, kafama taktığım, kendimi yiyip bitiren özel bir dert bulamıyorum ne zamandır kendime. Hayat yağ gibi akıp gidiyor. Bu akıştan, bu gidişattan memnunum. Pek kolay olmadı dengeyi kurmak, suyun akışına yön vermek, bu yağ kıvamına sokuvermek olanı biteni. Şimdi bir süredir bunun semeresini yaşıyorum belki.
Yok hayır, öyle uzun uzadıya sürme beklentisinde değilim. Bir gün bozulacağının endişesini de taşımıyorum. Her şey olacağına varıyor sonunda, bunu kavrayalı çok oldu. İş ki elden geldiğince kolaylaştırıp güzelleştirebilelim hayatı. Dert çok zaten; bir dert de ben katamayacağım.
Olmuyor mu dünyanın başıma yıkıldığını sandığım anlar, pek tabi ki oluyor, insanız nihayetinde. Ona o zaman üzülürüz deyip şimdiden dert etmemeyi, iyi anların kıymetini daha iyi bilip daha çok keyif almayı öğreneli beri vaktiyle üzen şeyleri de önemsememeyi öğreniyor insan.
Nadas akşamı bu akşam, ruhu ve bedeni dinlenmeye alma akşamı. Televizyon yok, televizyon yasak, müzik var bir tek, sazsız, sözsüz, kendi halinde akıp giden notalar. Gecemin dinginliğiyle barışık bir ses doluyor odama.
Yarın akşam, öteki akşam, daha sonraki akşamlar "yoğun" geçecek ya, ona hazırlık biraz da. Yoğunluğu seven ben sakinliği de bir o kadar sevmenin keyfindeyim şu an.
Vakitlice bir uyku öncesi, parmak uçlarımı yalayıp geçen rüzgar şımartıyor beni. İki gün öncesinin cehennem alıştırmalarını unutturuyor unutkan insanlığıma. Kötü şeyleri unutuyorum, güzel şeyleri de bazen. Aklımda kalan hep güzel şeyler yaşadığım, öyle daha bir çekilir oluyor hayat.
İyiyim böyle, bu nadas akşamında.
Hayat yağ gibi akıp geçiyor mu? yoksa akıp giden şeyi görmek istediğimiz şekil mi bu? Çoğu zaman dert edindiğim şeylerin aradan uzunca bir zaman geçtikten sonra zaman çizgisinde kalan küçük bir nokta olduğunu görüyorum. Önemsiz küçük bir nokta.. Belki bu bizim dünya üzerindeki varlığımız gibi dışardan bakınca gözüken küçük nokta gibi. O noktanın 'herşey' olduğu an yaşandığı an oluyor. Yaşarken bunun bilincinde olanlar yani resmin bütününü görenler mutlu olabiliyorlar belkide...
YanıtlaSilBirde rüzgarı arkasına alıp, kolları açıp kendini bırakmak var hayata...
Yorum uzayınca kontrolden çıktı bazı şeyler ama hayatı çok sıkmamak lazım ;)
Yazarın gönlü içindeki güzellikler daim olsun efendim....
olan olduğu gibi olmaya devam ediyor, bizler değiştirebildiklerimizi değiştiremiyoruz, değiştiremediklerimiz de "yağ gibi akıp" giderek algılanabildiği zaman "yağ gibi akıp gitmeye" devam ediyor.
YanıtlaSilrahat olmak lazım, rahat bırakmak...
müteşekkirim.